İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 27 / Mayıs-Temmuz 2013

Radyo-Anadili-Çocuk:
Anılar, Öneriler


Levent ERÇİN





    Başlık iddialı oldu, bu nedenle hemen belirtmek istiyorum; çocuk eğitimi uzmanı ya da dil uzmanı değilim. Bu yazıda, çocukluğumda radyo ile olan ilişkimden yola çıkarak, yurtdışında yaşayan çocukların ya da ailelerinin anadilinden yayın yapan radyolarla ilişkisini tartışmaya değerlendirmeye çalışacağım.
    Çocukluk yıllarım, Batı-Anadolu’da, Bozdağ eteklerinden, Gediz Ovası’na doğru yayılmış bir kasabada geçti. Komşuluk ilişkilerinin akrabalıktan öte olduğu, yoksul insanların, yoksulluğu dışa vuran mütevazi evlerinden oluşan, samimi bir mahallede büyüdüm. İki ev ötemizde simit fırını, fırının karşı köşesinde bir güreş devesi damı vardı. Hobisi, güreş devesi beslemek ve düzenlenen etkinliklerde güreştirmek olan varlıklı komşumuzun, delikanlı oğlunun bir pikabı vardı. Sokağımızın genç kızları ara sıra toplanır, birlikte dönemin moda plaklarını dinlerlerdi. Biz çocuklar da merakla, kenardan, o “teknoloji mucizesi” alete, “pikaba” bakardık; o plaklarda duyduğum Yıldız Tezcan’ın sesi bugün hâlâ kulağımda.
    Sayısal santralli telefonlar, televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonları henüz hayatımıza girmemişti; bazıları hayal bile edilemiyordu. Şanslı olanların evinde “rad- yo” vardı; ben de şanslı çocuklardandım. “Lambalı” diye tanımlanan, açma düğmesi çevrildikten sonra sesin duyulabilmesi için birkaç dakika beklemenizi gerektiren cihazlardı radyolar. Dış dünya ile tek bağlantımız o radyoydu, bir de yazlık sinemalarda izlediğimiz filmler.
    Kerpiçten, iki odalı, mutfağı ve tuvaleti bahçede olan mütevazi evimizin ilk lüks eşyası “pilli radyo alıcısı” olmuştu. Düğmesini çevirdiğimizde hemen ses geliyordu, üstelik istediğimiz yere taşıyabiliyorduk. Ancak pilleri çabuk tüketmememiz gerekiyordu; o yıllarda 1,5 Voltluk piller de lüks tüketim maddesiydi yoksul insanlar için. Die Gaste’nin genç okuyucuları, basit bir radyo alıcısının neden lüks eşya olarak kabul edildiğini anlamakta güçlük çekebilirler. Algılamayı kolaylaştırmak için birkaç ayrıntı daha aktarayım: Evimizin su ihtiyacı, bahçedeki tulumbadan karşılanıyordu; LPG tüplü ocak ve buzdolabı henüz yaygınlaşmamıştı ve sadece varlıklı insanların ödeyebileceği fiyatlara satılıyordu, yemekler “pompalı gaz ocağı” olarak isimlendirilen basit bir cihazda pişiriliyor, tel dolaplarda saklanıyordu. Yaşamın bu şartlarda sürdürüldüğü bir evde, pilli radyoya, deyim yerindeyse “mücevher” muamelesi yapılması, evin başköşesine konulması, üzerine el emeği, kıymetli bir dantel örtü konulması, dinleme saatlerinin bir düzene konulması, bozabilirler kaygısıyla çocukların elini sürmesinin engellenmesi, doğal olsa gerek. Yetmişli yılların ortalarından sonra, bu defa televizyon alıcıları, bulundukları evlerin en kıymetli eşyası statüsüne yükselmiş, radyo alıcılarının ise pabucu dama atılmıştı.
    Taşınabilir, pilli radyo alıcılarının Türkiye’de yaygınlaşmasında, birinci kuşak gurbetçilerin de önemli payı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Yaşı uygun olan- lar hatırlayacaktır, o yıllarda gazete ve dergilerdeki “gurbetçi” karikatürlerinin değişmez iki nesnesi vardı: Tüylü fötr şapka ve eldeki pilli radyo. O yıllarda Türkiye’ye izinli gelen her gurbetçi mutlaka bir pilli radyo getirmiştir. “Her gelişinde bir tane getirmiştir” dersek de abartmış olmayız; çünkü anneye-babaya, kardeşe, amcaya, dayıya verilebilecek kıymetli bir hediyeydi pilli radyolar.
    Taşınabilir radyo alıcılarının yaygınlaşması, fiyatlarının ucuzlaması, geniş kitlelerin, radyoyla daha fazla, daha yakın ilişki kurmasını sağladı. Tek radyo yayıncısı TRT de radyo yayınlarını arttırdı, içeriğini zenginleştirdi.
    Dinlemeye çok meraklı olduğum ve cihaza özen gösterdiğim için, radyoyu taşımama ve istediğim yerde dinlememe izin verilirdi. Evimizin arka bahçesinde, hayal dünyamın zenginliği ile orantılı oyunlar oynarken bir yandan da radyo dinlerdim. Tarihi hatırlamıyorum ancak saatini ve adını hatırlıyorum; TRT’nin ilk canlı kuşak programının ismi “Eve Dönerken” idi ve saat 17.00’de başlardı. Perşembe akşamları yayınlanan “Radyo Tiyatrosu” vazgeçilmezimdi. Özellikle kış akşamlarında, bir köşede soba yanarken, bütün aile “Radyo Tiyatrosu”nu dinlerdik. (Radyo Tiyatrosu artık, TRT Radyo 1’de, Çarşamba akşamları, 21.05’te yayınlanıyor.) Okula sabah değil de öğleden sonraları gidiyorsam, sabahları yayınlanan “Arkası Yarın”ları kaçırmazdım. Cumartesi ve Pazar günleri de çocuk programlarını dinlerdim. Radyo Tiyatrosu ve Arkası Yarın dinleme alışkanlığımın yetişkin yaşlara kadar devam ettiğini söylemekten hiç utanmadım.
    Bu noktada, hiç “Radyo Tiyatrosu” ve “Arkası Yarın” dinlememiş olan genç okuyucular için küçük bir açıklama gerekiyor. “Radyo oyunu” diye isimlendirilen bir sanat dalı var; belki bir “alt dal” demek daha doğru. Yazar, tek malzemesi ses olan bir oyun yazıyor. Farklı kişiler arasında geçen konuşmalar, bir film senaryosu ya da tiyatro oyun metni gibi kağıda aktarılıyor. Ancak, tiyatro ya da sinema filminden farklı olarak, mekan tanımlamaları ve olay akışları da sadece sesle tanımlanıyor. Oyundaki iki karakter örneğin bir deniz kenarında konuşuyorsa, arka planda dalga sesleri kullanı- larak, radyo dinleyicisinin o mekanın deniz kenarı olduğunu algılaması sağlanıyor; rüzgar sesi ya da vapur düdüğü ile mekana ilişkin ayrıntıları zenginleştirmek mümkün. Açık havada bir çiftlik ortamında geçiyorsa konuşmalar, bu defa çiftlik hayvanlarının seslerinin ya da bir traktör sesinin arka planda kullanılmasıyla, mekanın, dinleyici zihninde canlanması sağlanıyor. Bu türden seslerin uzaklık-yakınlık algılamaları da seslerin şiddetiyle ayarlanabiliyor.
    TRT’de “Radyo Tiyatrosu” adıyla yayınlanan oyunlar, 55 dakika olarak düzenleniyor ve bir bölümde tamamlanıyor. “Arkası Yarın” ise haftanın altı günü 20 dakikalık bölümler halinde yayınlanıyor ve bir oyun bazen birkaç hafta sürebiliyor. Oyunlar, Devlet Tiyatrosu Oyuncuları tarafından seslendiriliyor. Bu seslendirme işleminin kayda alınması, yine Devlet Tiyatrosu Sanatçısı olan yönetmenler tarafından gerçekleştiriliyor. Seslendirme sonrasında, (İngilizcesi “efekt” olan, bizim ise “özel sesler” veya “sesleme” ya da “etkileme” demeyi tercih ettiğimiz,) hareketleri izlemesi gereken seslerin birleştirilmesi işlemi de yine aynı yönetmelerin gözetiminde gerçekleştiriliyor.
    Bir kaç cümle önce, “dinleyici zihninde canlanması sağlanıyor” demiştik; işte bu nokta çok önemli. Kitle iletişim araçları ile ilgili makale, tez, kitap gibi kaynaklarda radyo, bir “medya cini” olarak tanımlanıyor. Sözünü ettiğimiz türden kaynaklarda radyo ile ilgili bir başka ortak tanım ise radyonun kişisel bir iletişim aracı olduğu. Bir radyo yayını milyonlarca kişiye ulaşabilir, ancak her dinleyici radyoyu tek başına dinler. Yanında bir başkası olsa da radyo dinleyicisi tek başınadır. Biraz önce sözünü ettiğimiz deniz kenarındaki konuşmayı, her dinleyici, kendi zihninde, kendine özgü biçimde canlandırır. Sinema filmi, tiyatro ya da televizyonda ise hayal gücünüzü kullanmanıza gerek bırakılmamıştır. Bir başkası –ki bu genellikle yönetmen olur– her şeyi, kendi algıladığı, istediği ve şartlarını oluşturabildiği biçimde size sunar. Radyoda haber okuyan bir spikerin ses tonundan sadece cinsiyetini tahmin edebilirsiniz; gerisi size kalmıştır: O spikerin uzun boylu, sarışın veya kumral, bıyıklı-bıyıksız, kalın veya ince kaşlı olup olmayacağı tamamen sizin hayal gücünüzle ilişkilidir. Oysa televizyonda her şey gözünüzün önündedir. Tahmin ediyorsunuzdur; görme engelliler, radyo yayınlarının en sadık dinleyicileridir.
    Radyo “medya cini”dir ve “kişisel bir araçtır” demiştik; dolayısıyla radyo, sahip olan kişinin elinde ona hizmet etmekle görevli bir cindir. “Alaattin’in Sihirli Lambası” masalında, lambadan çıkan cin Alaattin’in istediği her şeyi yapabileceğini söyler. Radyo o kadar güçlü olmasa da dinleyicisini, hayal gücüyle doğru orantılı olarak, çok zengin, çok renkli bir dünyaya taşıyabilir. İstasyon arama düğmesini yavaş yavaş hareket ettirdiğinizde birbirinden farklı sesler duyabilirsiniz. Orta dalga ya da kısa dal-ga üzerinde geziniyorsanız, farklı ülkelere, farklı dillere ulaşır, söylenenleri anlamıyor olsanız da sesin geldiği mekanı, konuşanı hayal dünyanızda canlandırabilirsiniz.
    Çocuk eğitimi ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiyi sorgulayan araştırmalarda ağırlıklı olarak televizyon yayınları ön plana çıkarılıyor. Televizyon yayınlarının çocuklar üzerindeki etkileri tartışılıyor. Oysa birçok uzman, tamamen söze ve işitmeye dayalı bir araç olan radyonun, soyut düşünceyi televizyondan daha iyi aktarabildiğini söylüyor. Diğer yandan çocukların öncelikle somut düşünceye alışmaları, daha sonra soyut düşünce sistemine uyum sağlamaları gerektiğini söyleyen uzmanlar da var ve onlara göre radyo, çocuklara uygun bir kitle iletişim aracı değil. Oysa bu satırların yazarı, radyo ile dolu çocukluk yıllarını mutlulukla hatırlıyor. Belki tartışılması gereken, radyolarda çocukları hedefleyen, onlar için özel olarak hazırlanmış yeterince programın olup olmadığıdır. Ya da var olan programlara çocukların yönlendirilip yönlendirilmemesidir. Bu noktada yine araştırmalara ve deneyimlere başvurmamız gerekiyor. Çocuğun radyoyla ilişki kurabilmesi için öncelikle evdeki kişinin radyoyla ilişkisinin olması gerekiyor ki bu da genellikle kadındır. Evde çocuk büyüten kadın -ki bu anne, babaanne, anneanne olabilir- radyo dinliyorsa, çocuk da dinliyordur. Kadın televizyon seyrediyorsa, çocuk da televizyondaki sesleri ve görüntüleri algılıyordur.
    Çok sınırlı olmakla birlikte, yurtdışında gurbetçi ailelerin ev ortamlarına ilişkin gözlemlerim var. İlköğrenim çağındaki çocuk okuldan eve geldiğinde, kıyafetlerini bir kenara fırlattıktan sonra, ilk iş olarak bulunduğu ülkenin dilinde yayınlanan çocuk kanalını açıyor ve o saatte yayınlanan çizgi filmi ya da benzeri yayınları izlemeye başlıyor. Çünkü o türden programların yayın saatleri,-olması gerektiği gibi- çocukların okul saati sonrasına göre belirleniyor. Dolayısıyla çocuğun bütün dünyası, seyrettiği programın yayın dilinde ve o yayının içeriğine göre şekilleniyor.
    Şimdi bu durumu TRT Radyo yayını ile değiştirdiğimizde ortaya çıkacak olası durumu tanımlamaya çalışalım: Öncelikle başta çocuk olmak üzere yayını dinleyen herkes doğru ve temiz bir Türkçe ile belleğini doyuracak. Ardından eğer bir radyo oyunu dinleniliyorsa, çocuğun zihni, anadilinde tanımlanan kavramlarla zenginleşecek, hayal dünyası yine anadiliyle oluşturulacak. Belki rüyalarını anadilinde görecek.
    TRT Radyolarında, gerek sizin gerekse çocuklarınızın keyifle dinleyebileceği programlar yayınlanıyor. Uydu alıcınızın uzaktan kumandası üzerinde TV/Radyo seçeneği olan bir düğme var. Bu düğme yardımıyla uydu alıcınızdaki radyo yayınlarına ulaşabilmeniz mümkün. Radyo istasyonları arasında TRT’nin bütün radyo istasyonlarının isimleri de yer alıyor. Programların yayın saatlerini http://www.trt.net.tr/Radyo adresinden kolaylıkla bulabilirsiniz. Unutmayın, siz Türkçe radyo yayını dinlediğinizde çocuğunuzda dinliyor olacaktır.
    Son söz: Bir kültürün yazılı ve sözlü kaynaklarına ulaşmanın ilk ve en temel yolu “dil”dir.