İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 22 / Mayıs-Temmuz 2012

Uyum Tartışması
Ne Zaman Biter?


Doç. Dr. Kutlay YAĞMUR
(Hollanda/Tilburg Üniversitesi Öğretim Üyesi)



    Farklı etnik kökenlerden gelen insanların yaşadığı ülkelerde dil planlaması her zaman güç olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa gibi bazı ülkeler eritme (asimilasyon) politikalarını yeğlerken Kanada ve İsveç gibi ülkeler bütünleşme (entegrasyon) politikalarını tercih etmişlerdir. Avustralya ve Güney Afrika gibi ülkeler ise çok dilli bir sistemi tercih etmişlerdir. Çok kültürlülük ve çok dilliliğin çok ayrı politikalar gerektirdiğini vurgulamakta fayda var. Bir ülke farklı kökenlerden gelen insanların yaşadığı çok kültürlü bir toplum olabilir ancak çok dillilik yasalarla korunmuyorsa ve teşvik edilmiyorsa o ülkenin çok dilliliğinden bahsedilemez. Batı Avrupa’da bazı ülkeler çok kültürlülüğü ilke olarak benimsediklerini her fırsatta vurgulamaktadırlar ancak yasalara ve uygulamalara baktığımızda bunun sözde olduğunu görmek zor değildir. Her ülkenin farklı uygulaması kendi tarihsel ve sosyal koşullarından kaynaklanmaktadır.
    Her ne kadar Avrupa Birliği ülkelerinde çok kültürlü politikaları benimsendiği politikacılar tarafından öne sürülse de, Batı Avrupa’daki anadili eğitimi yasa ve uygulamalarına baktığımızda çok kültürlülüğün bazı zihinlere ve kalplere çok uzak olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak göçmen gruplar açısından bu olumsuz uygulamaların süreklilik ifade etmediğinin belirtilmesi gerekir. Avustralya ve Güney Afrika örneğine bakıldığında Batı Avrupa’daki yasa yapıcıların nafile direndiklerini görmek zor değildir. Bu yazıda, sadece Avustralya’daki çok kültürlülüğün gelişimini kısaca sergileyerek azınlık grupların anadili politikalarındaki önemini göstermeye çalışacağım. Avustralya örneğinde görüldüğü gibi çok kültürlülüğün sözle değil eylemle yaşama geçtiği ve çok kültürlülüğün oluşumunda toplumsal dinamiklerin özellikle de göçmen grupların büyük payı olduğu görülmektedir.

Anayasalarda Vatandaşlık


    Geçmişte Avrupa’dan başka kıtalara göç eden Avrupalıların gittikleri kıtalardaki yerli halkların yönetimini ele aldıklarını ve yasaları istedikleri doğrultuda düzenlediklerini görüyoruz. Özellikle İngilizce konuşulan ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde vatandaşlık yasalarının ius solis yani üzerinde doğulan topraktan kazanılan hakla düzenlendiğini görüyoruz. Bu ülkelerde doğan bir çocuk doğduğu ülkenin vatandaşlığını doğrudan kazanmış olmaktadır. Diğer taraftan Batı Avrupa ülkelerindeki anayasalara baktığımızda ise vatandaşlık yasalarının ius sanguinis (kan bağı) ilkesi doğrultusunda belirlendiğini görüyoruz. Yani bir göçmen çocuğu dördüncü kuşak olarak Almanya’da bir Türk anne-babadan doğmuş olsa dahi Alman vatandaşlığını doğumdan kazanamayacaktır. Çıkan yeni vatandaşlık yasasıyla 21 yaşında Alman vatandaşlığını seçebilir. Anne-babanın üç kuşaktır Almanya’da yaşıyor olması, Alman vatandaşları gibi vergi, sosyal katkı vb. gibi her türlü yükümlülüklerini yerine getiriyor olması bu ayrımcı gerçeği değiştirmemektedir. Diğer taraftan Rusya’dan göç eden Alman kökenli ancak Almanca dahi bilmeyen göçmenler doğrudan Alman vatandaşlığı hakkını kazanmaktadır. Bu uygulama bile Batı Avrupa ülkelerindeki vatandaşlık yasalarının etnik temelde düzenlendiğinin kanıtıdır. Bu uygulama değişmediği sürece Batı Avrupa ülkelerindeki çok dillilik-kültürlülük söylemleri boş iddialardan öteye gitmeyecektir. Ancak bunun böyle kalmayacağı da kesindir çünkü demografik gelişmeler ius sanguinis’den ius solis’e geçilmesini zorunlu kılacaktır. Aksi halde bu ülkelerdeki vatandaşlık yasaları ve insan hakları eşitlikçilikten çok uzak ve daha çok ayrımcı nitelikli olacaktır. Avustralya örneği bu açıdan çok ilginçtir. Eritme politikaları ile yola çıkan Avustralya çok kültürlülüğün birleştirici unsur olduğu bir yapıya dönüşmüştür. Aşağıda sunacağımız Avustralya’daki anadili politikalarının şekillenmesi bile bunun bir kanıtıdır.

Eritme Politikaları Dönemi


    Avustralya’da çok kültürlü politikaların kabul edilmesi çok eskilere dayanmaz. 1950 ve 60’lı yıllarda Avustralya’ya farklı ülkelerden göç eden gruplar çok keskin asimilasyon politikalarına tabi tutuldular. O dönemin hükümetleri sadece İngilizcenin konuşulduğu, örf, âdet ve gelenekleriyle İngiltere’nin kopyası olan bir toplum yaratmak istediler. Bu amacı gerçekleştirmede eğitim önemli bir rol oynamıştır. Okullar eritme politikalarının en önemli merkezleri olmuştur. Anadili İngilizce olmayan çocukların İngilizce öğrenmesi için anadillerinden faydalanmak söz konusu bile edilmemiştir. Hele okullarda İngilizce dışındaki dillerde anadili eğitimi vermek akılların ucundan bile geçmemiştir. Fabrikalarda bile göçmen işçiler İngilizce konuşmaya zorlanmıştır. Pekiyi ne olmuştur da eritme politikalarından vazgeçilmiştir?

Bütünleşme (Entegrasyon) Politikaları


    1970’lerde Avustralya’da İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle asimilasyon politikaları ciddi bir şekilde sorgulanmaya başlanmıştır. Özellikle 1973’te Avustralya okullarındaki eğitimle ilgili olarak yayımlanan Karmel Raporu, asimilasyon politikalarının sadece göçmen çocuklarına zarar vermekle kalmayıp ülke kaynaklarının boşa gitmesi anlamına geldiğini vurgulamıştır. Bu rapora göre, asimilasyon uygulamaları sadece Avustralya’da yaşayan göçmen grupların topluma katılımını önlemekle kalmayıp yetenek ve becerilerin de israfına yol açmaktaydı. Bu ve benzeri raporlar sonucunda Avustralya toplumunun çıkarları doğrultusunda asimilasyon politikalarından vazgeçilerek bütünleşme politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bütünleşme politikaları her kökenden vatandaşın eşit haklar doğrultusunda toplumun her alanında yer almasını desteklemiştir. Sosyal, kültürel ve siyasi kurumların yanı sıra devlet kurumlarında da her kökenden gelen göçmenin işe alınması sağlanmıştır. Devlet bu doğrultuda yasalar çıkartmıştır. Özellikle eğitim alanında köklü değişiklikler yaşanmıştır. Ders kitapları taranarak ırkçı nitelikli bölümler ayıklanmıştır. En önemlisi de İngilizce öğreniminin kolaylaştırılması için ikinci dil olarak İngilizce (ESL = English as a second language) programları geliştirilmiştir. Bu sayede göçmen çocukları daha kolay İngilizce öğrenir hale gelmiştir. 1970’lerin sonunda Avustralya toplumunun gelişmesi, zenginleşmesi için bütünleşme politikalarının da yetersiz kaldığı öne sürülmüştür.

Çok Kültürlülük Politikaları


    1978’de yayımlanan Galbally Raporu Avustralya’da çok kültürlü politikaların başlangıcıdır. Bu rapor çok kültürlülüğün toplumun her kesiminde tam anlamıyla yerleşmesinin Avustralya açısından hayati önem taşıdığını vurgulamıştır. Bu raporda da dil eğitimi ülkede çok kültürlülüğün yerleşmesi için en önemli araçlardan birisi olarak gösterilmiştir. Bu amaçla anadilinin geliştirilmesi ve öğrenimi için İngilizce dışındaki dillerde anadili eğitimi programları ve iki dilli programlar geliştirilmiştir. Bu sayede ailelerin okul faaliyetlerine etkin katılımı ve sorumluluğun paylaşımı sağlanmıştır.
    Çok kültürlülük politikalarının toplumsal yaşam açısından en önemli yeniliği de ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı somut yasal önlemler alınmış olmasıdır. Batı Avrupa’da “çok kültürlülükten” söz eden devlet kurumlarının samimiyetleri doğrultusunda Avustralya benzeri adımlar atmaları kaçınılmazdır. Aksi halde, göstermelik “çok kültürlülük” topluma fayda değil zarar vermektedir. Avustralya devletinin bu kadar köklü politik değişikliklere gitmesi her şeyden önce kendi ülke çıkarları içindir. Batı Avrupa’daki demografik değişiklikler de hükümetlerin çağın gerisinde kalmış asimilasyon politikalarını değil, çoğulculuğu temel alan akılcı politikalar geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.

Avustralya Okullarında
Çok Kültürlülük Politikaları


    Demografik koşullardan dolayı Avustralya’nın değişik eyaletlerinde değişik uygulamalar olsa da, genel ilke olarak tüm Avustralya okullarında çok kültürlülük bir hedeftir. Yetkin ve etkili anadili eğitimi de bu hedefe ulaşılmasında en önemli araçlardan biridir. Örnek olarak Türk ve Yunan gruplarını ele alarak, azınlık grupların yasal düzenlemelerin yapılmasında ne kadar etkin olduğunu anlatabiliriz.
    Avustralya’daki Türk göçmen grubu 90 bin civarında olmasına ve Türkiye’den çok uzakta olmasına karşın (araştırmalara göre ikinci kuşak birçok Türk genci Türkiye’yi ya bir kez ya da hiç ziyaret etmemiştir), anadili ve kültüre ilgi oldukça fazladır. Türk nüfusun az olduğu yerlerde bile aileler 40-50 km. yol giderek çocuklarının anadili eğitimi almalarını sağlamaktadırlar. Anadilinin çok önemli olduğu bilinci Avustralya devlet kurumları tarafından da aşılanmaktadır. Sydney’de anadili eğitimi verilemeyen ilkokullarda aileler kendi olanaklarıyla öğretmen bularak ve öğretmenin maaşını da kendileri ödeyerek anadili eğitimini gerçekleştirmektedirler. Yeteri kadar Türk çocuğu olan okullarda iyi derecede anadili eğitimi sağlamak zaten eğitim bakanlığının sorumluluğu altındadır.
    Avustralya’nın Victoria eyaleti (Melbourne) ise çok kültürlü uygulamaların kalesi haline gelmiştir. Melbourne dil eğitim modelinin bu günkü haline getirilmesinde Yunanlı göçmenlerin çok büyük bir rolü olmuştur. Yunan toplumu göç ettiği her ülkede çok örgütlü ve dolayısıyla da güçlü olmuştur. Avustralya genelinde 300 bin civarında nüfusa sahip olan Yunan toplumunun yerel mecliste 30’un üzerinde üyesi vardır. Avustralya ve Hollanda’nın nüfusu hemen hemen aynıdır ve Avustralya’daki Yunanlı göçmen sayısı Hollanda’daki Türk göçmen sayısından daha da azdır. Yunan toplumu siyasi temsil ve katılım konusunda o kadar güçlü iken, Türk toplumunun bu denli güçsüz ve etkisiz olması üzerinde çok düşünülmesi gereken bir konudur. Ancak hiçbir Yunan kökenli milletvekilinin “ben Yunan toplumunun temsilcisi değilim” dediğine de tanık olunmamıştır. Tam aksine azınlık grupların temsilcisi olarak anadili eğitimi, kültürel haklar ve siyasi temsilin artması konusunda büyük mücadeleler vermişlerdir. Bugün Melbourne’daki anadili eğitimi yasaları mevcut konumuna gelmişse bu etnik azınlık gruplarından seçilen milletvekilleri sayesinde ve elbette buna olanak veren çok kültürlülük yasaları sayesinde olmuştur.

Herkese İki Dil


    Günümüz Avustralyası’nda ikinci dil öğrenimi sadece anadili İngilizce olmayan çocukların yükümlülüğü değildir. Melbourne’da ilkokula başlayan her çocuk (anadili ister İngilizce, ister Çince olsun) İngilizcenin yanı sıra bir başka dil öğrenmek zorundadır. Okul sisteminde çoğunluğu oluşturan Anglo-Sakson kökenli çocuklar da bir ikinci dil öğrenmek zorunluluğundadır. Bu amaçla Victoria Diller Okulu (Victorian School of Languages) kurulmuştur. Bu okul talebe göre değişik okullarda birçok dilde eğitim sağlamaktadır. Kırsal kesimde veya merkezi bölgelere uzak yerlerde yaşayan çocuklar da mektupla eğitim veya uzaktan eğitim (Internet) gibi yollarla bir ikinci dil öğrenmektedirler.
    Avustralya örneğinin yanında Batı Avrupa’da anadili eğitimi ile ilgili politik söylemlere bakınca buradaki göçmen gruplarının ne kadar etkisiz ve güçsüz olduğunu düşünmemek elde değil. Almanya’da yaşayan her birey için Almanca elbette çok iyi derecede öğrenilmesi gereken çok önemli bir dildir. Ancak anadili eğitimini Almanca öğreniminin önünde bir engel gibi göstermeye çalışan anlayış ilkel olduğu kadar kötü niyetlidir. Çocukların Türkçelerinin iyi olması Hollandaca öğrenmeye bir engel değil tam aksine büyük bir katkıdır. Bir iki sözcükle değinmek gerekirse, anadili eğitimi kavram gelişimi, üstdil bilinci, benlik gelişimi, bilişsel ve zihinsel gelişim açısından çok önemlidir.

Sonuç


    Avustralya devleti asimilasyon politikalarından vazgeçip çoğulculuğu benimsemiştir. Bunu yaparken de Avustralya toplumunun çıkarlarını ön plana koymuştur. Ülkede farklı dillerin konuşuluyor olmasını sosyal bütünlüğe yönelik bir tehdit olarak değil, toplumu zenginleştiren bir gerçek olarak görmüştür. Bugün Avustralya’da yaşayan her birey “Avustralyalıyım” demekten gurur duymaktadır. Batı Avrupa’da ise pasaportunu taşıdığınız ülke bile sizi etnik kökeninizle tanımlamaktadır. Bu durum demografik koşulların dayatmasıyla elbette değişecektir. Ancak bu değişim kendiliğinden değil göçmen grupların etkin mücadelesi ile olacaktır. Bu mücadelenin ilk adımı da 1977’den beri yürürlükte olan göçmenlere yönelik dil yasasının değiştirilmesi olmalıdır. Fries ve Katalan gibi yerel azınlık dilleri ile göçmen dillerine verilen haklar arasında çok büyük bir ayrımcılık söz konusudur. Batı Avrupa’da eşitlikçilikten bahsedebilmek için önce bu yasanın eşitlikçi hale getirilmesi gerekmektedir.
    Çok kültürlü ve çok dilli politikaların gerçek anlamda yerleşebilmesi için okullara ve eğitim sistemine çok büyük bir rol düşmektedir. Okullarda çocukların anadillerinde konuşmasını yasaklamak hiçbir çağdaş ölçü ile açıklanamaz. Kültürler arasındaki iletişimin gerçek anlamda sağlanması önce kendine, sonra da karşındakine saygı duyabilmekten geçer. Avrupa Birliği’nin çoğulcu söylemleri sözde kalmamalı, diller arasında eşitlik sağlanmalıdır. Bu denli demokratik toplumlarda anadilinin ulusal bütünlüğe bir tehdit olarak değil aksine bir zenginlik olarak görülmesi gerekir. Siyasilerin ve eğitim alanında çalışan bireylerin de bilinçlenerek anadilinin yaşanılan ülkenin dilinin öğreniminin önünde bir engel olmadığını kavramaları gerekir.