Die Gaste, SAYI: 3 / Eylül-Ekim 2008

Eğitim-Öğretim Sorunu ve
Çözüm Yolu

Mevlüt ASAR




    Ekonomik İşbirliği Örgütüne üye ülkeler arasında yapılan PISA araştırmasının sonuçları yayınlanıp, Alman öğrencilerin en alt sıralarda yer aldığı ortaya çıkınca, bazı tutucu politikacılar, yabancı öğrenciler olmasaydı Almanya’nın daha başarılı olacağını ileri sürerek, suçu göçmen öğrencilerin omuzlarına yüklemeye çalıştılar. Aslında PISA göçmen öğrencilerin başarısızlığını ve başarısızlıklarının temel nedenlerini yeniden gözler önüne seren bir belge oldu. Bu araştırmanın yapıldığı diğer ülkelerdeki (İsveç, Norveç, Avusturya ya da İsviçre ) Türkiyeli göçmen çocuklarının daha başarılı oldukları, daha iyi okuyup yazabildikleri de ortaya çıktı. Bu durum suçun çocuklarda olmadığını, nedenlerin başka yerlerde aranması gerektiğini gösteriyor.
    Araştırma sonuçlarına göre göçmen öğrencilerin ancak yarısı, basit bir Al-manca ile yazılmış metinleri anlayabiliyorlar. Ailesinde sadece Türkçe konu- şulan 15 yaşındaki gençlerin çoğunun okuma yeteneği ilkokul düzeyinin altında. Alman öğrencilerinde Gymnasium’a gidenlerin oranı %60’ları bulurken Türkiyelilerde bu oran %7-8. Çocuklarımızın %60 yakını Hauptschule’lere gidiyor. Bunlardan %25 Hauptschule diploması alamadan ayrılıyorlar. Ve okuldan sonra öğrenim yeri bulamıyorlar. Bir meslek öğrenmeden çalışma yaşına gelen Alman gençlerinin oranı sadece %9 iken Türkiyeli gençlerde bu oran %40’ı buluyor. Buna bağlı olarak da Türkiyeli gençler arasındaki işsizlik korkunç boyutlara varıyor.
    Dikkatinizi çekerim, söz konusu olan gençler, Rusya’dan yeni gelmiş, getirilmiş ailelerin çocukları değiller. Tam tersine, ana-babaları 40 yıldır bu ülkede yaşayan, Berlin’de, Duisburg’da, Dort-mund’da doğmuş, ana-okulundan başlayarak tüm zorunlu okul sürecini burada yaşamış olan çocuklar. O halde sorunun nedenini çocuklarda değil başka yerlerde aramak gerekiyor. PISA araştırması, bizim bildiğimiz, daha önce dile getirdiğimiz asıl nedenleri ortaya koyuyor. Çocuklarımızı başarısızlığa mahkum eden bu nedenleri üç grupta toplamak mümkün:
   
    BAŞARISIZLIĞIN NEDENLERİ
   
    Kalkınmış ülkeler arasında yapılan PİSA araştırmasının ortaya koyduğu gibi Alman okul sistemi hem eleyici hem de ayrımcı. Bu durum toplumun en zayıf kesimini oluşturan göçmenlerin çocuklarını daha çok etkiliyor. Örneğin ilkokul öğretmenleri, Gymnasium’a gidebilecek durumda olan öğrencilere Hauptschule ya da Gesamtschule’leri tavsiye ediyorlar. Hatta kurumsallaşmış bir ayrımcılık söz konusu!
    Aynı şekilde UNICEF’in açıkladığı raporda da bu sorunlar ortaya konuldu. Maalesef bütün sosyalliğine rağmen Almanya gibi bir ülkede, özellikle de eğitim alanında ayırıcı ve eleyici bir sistem söz konusu. Alman okul sistemi sosyal eşitsizliği yeniden üretiyor. Göçmenler de bu ülkede sosyal statü bakımından daha alt sınıfta bulunuyorlar. Durum böyle olunca, onların çocukları da bu elemeden daha çok etkileniyorlar. Sorun temel olarak burada yatıyor.
    Bugün göçmen çocukların sorunu olarak görünen şey aslında Alman eğitim sisteminin bir sorunudur. Alman okul sistemi yeni ihtiyaçlara kolay kolay kendisini uyduramıyor. Eğitim sisteminin baştan aşağı bir yenileşme hareketine, aynen, 1970’li yıllarda olduğu gibi yeniden yapılanmaya ihtiyaç var. O zamanlar, işçi ailelerinin çocuklarının üniversitelere gitmesi pek nadir bir durumdu. Sonra yapılan reformlarla, yüzde 30-40’lara kadar çıkarılabilmişti. Ancak, şimdi yeniden bir geriye dönüş süreci yaşanıyor. Üniversitelerdeki işçi ailesi çocuğu sayısı her geçen yıl azalıyor. Sistemin eleyici niteliği yeniden güçlü bir şekilde ortaya çıkmış durumda.
   
    YANLIŞ ÖĞRETİM
    KONSEPTLERİ
   
    Alman toplumu kırk-elli sene öncesi gibi bir tek dilin konuşulduğu, bir tek kültürün egemen olduğu bir toplum değil artık. Ta baştan beri geçici bir olgu sayılan ve bir gün “çekip gidecekleri” düşünülen “konuk işçiler” sonunda ayrı dilleri, dinleri ve kültürleri olan etnik gruplar olarak Alman toplumunun ayrılmaz bir parçası oldular. Fakat, Alman hükümetleri ve politikacılar “Almanya bir göçmen ülkesi değildir!” diyerek bu gerçeği görmek ve kabullenmek istemediler. Bu anlayışın etkisi altındaki Alman okul sistemi de sayıları giderek artan yabancı kökenli öğrencileri adeta yok sayarak, “milli eğitim” anlayışında diretti. Bugüne değin sürdürülen bu eğitim anlayışı, çocuklarımızı okullardan, öğretmenlerden ve Almanca’dan soğutmakta, okuldaki başarılarını düşürmektedir.
    Türkiyeli gençler arasında dil sorunu önemli bir problem olarak varlığını sürdürüyor. Alman okul sistemi kendisine gelen bütün çocukları ‘Almanca biliyor’ diye kabul ediyor ve Alman çocuklarına yapılan uygulamanın aynısına tabi tutuyor. Göçmenlerin özel sorunları dikkate alınmıyor. Sonuçta, 10. sınıfın sonunda alınan diplomalara baktığımızda, tabi ki Türkiye kökenli öğrencilerin başarısının düşüklüğü hemen dikkati çekiyor.
    Evet şu ya da bu okulda Almanca teşvik/destekleme dersi veriliyor; interkültürel projeler ya da denemeler yapılıyor ama hala, nerdeyse öğrencilerinin 1/3 Alman kökenli olmayan öğrencilerden oluşan bir okulun nasıl bir okul olması gerektiği konusunda, gerek Almanya’da gerek başka göç ülkelerinde bir çok bilimsel konsept geliştirilmiş olmasına karşın uygulamaya konulmuyor. Aradan 40 yıl geçmesine rağmen Alman okulu göçmen öğrencilere eşit şans sağlayabilmiş değil!
    Ancak bir de madalyonun öteki yüzü var: Biz göçmenlerde bu kırk yıl içinde çocuklarımızın şans eşitliğine ulaşabilmesi için pek bir şey yapmadık. Tür-kiye’de öğrenimden pay alamamış , çoğu ilkokul mezunu bile olmayan birinci kuşak, yatırımı çocuklara değil başka alanlara yapmayı tercih etti. İspanyollar çocuklarının geleceğine ve öğrenimine büyük önem verip onlara Almanca öğretmeye özel dersler aldırmaya uğraşırken, onlar eve, arsaya yatırım yapmak, araba almak uğraşındaydılar.
   
    ÇÖZÜM YOLU
   
    Göçmen çocuklarının şans eşitliğinin sağlanması, ancak Alman okul sisteminin ve okul öncesi eğitim kurumlarını kendini yenilemesi/değiştirmesi ile mümkündür. Okullar, eğitim kurum ve kuruluşları sadece Alman diline ve kültürüne dayanan “milli” eğitim anlayışını bir yana bırakarak günümüz koşullarına uygun çok dilliği, kültürel çoğulculuğu ilke edinen bir eğitim anlayışına/politikasına yönelmelidir.
    Çocuklarımızın çok erken yaşlarda teşvik edilmesi, ilk okulda daha iyi hazırlanması gerekiyor. Okullarda çocukların sorunlarını bilen onları bireysel olarak teşvik edebilecek iyi yetişmiş öğretmenlerin sayısının artması gerekiyor.
    Ders programlarının, okul programlarını yeniden yazılması, öğretmenlerin bunları uygulayacak konuma getirilmesi, yani hizmet içi eğitimde geçirilmesi gerekiyor.
    Anne babayı eğitmedikten sonra tek başına çocukları eğitmek, belli bir yere getirmek çok zor. Bu anlamda okulların aileye açılması, anne babalara yönelik de programlar üretmesi gerekiyor. Okul resmi bir kurum olarak değil, ailenin de gelip gidebileceği, eğitildiği bir kurum halini almalıdır. Eğitimle ilgili bütün sorunların okul içerisinde tartışılması, çözüm yolları aranması gerekiyor. Bu tür projelerin hayata geçirildiği okullarda öğrencilerin başarısının artığı görülüyor.
    Özetle söylemek gerekirse, anne babaların eğitim konusunda bir çok eksiklikleri var. Çok dilliği ve kültürel çoğulculuğu ilke edinen yeni bir eğitim-öğretim anlayışının/politikasının, Alman-ya’daki yabancı düşmanlığının, ayrımcılığın önlenmesine ve göçmen azınlıkların Alman çoğunlukla barış içinde bir arada yaşamasına büyük katkıda bulunacağı açıktır.